İstanbul’un kanalı
İlk defa İstanbul Boğazı’nın iki yakasını birleştirecek bir köprü yapılması, 1970 senesinde başlandığında proje 21.774 milyon liraya mal olacağı ilan edilmişti. Şubat 1970 senesinde temeli, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel tarafından atılmıştı. Ancak ülkemizde bu tarihteki nüfus yoğunluğu 35.600 milyon idi. Türkiye’de 1970 senesinde yapılan nüfus sayımında okuma yazma bilmeyen nüfus oranı ise yüzde 60.34 olarak kayıtlardadır. Aynı tarihte hekim başına düşen hasta sayısı 2228 olarak tespit edilmiş.
Yine aynı kayıtlara göre doktor olarak hizmet verenlerin sayısı 15856 olarak belirlenmiş. Bu verileri ele aldığımızda bir ülkenin eğitim ve sağlık yatırımlarının, her konunun önünde gelmesi gerektiğine inanmaktaydık. 1970’li senelerde Türkiye’de sağlık hizmetleri verebilecek hastanelerin sayıları bile OECD ülkelerinin içinde en alt sıralarında seyrederken, bir köprüye harcanması planlanan bu büyük bütçeyi, genç nüfus olarak kabul etmemek için direnmiştik.
Bu kadar büyük bir meblağının başka elzem konulara harcanması gerektiğini meydanlarda protesto eden gençlik içinde ben de yer almıştım. Savunduğumuz bir husus vardı: Bu para ile kaç adet okul yapılabilir, kaç adet hastane yapılabilir?
Hatta o tarihlerde bugünkü kadar üniversite ve onlara bağlı yüzlerce fakülteler de yoktu. Bu kadar direnmemize aldırmayan iktidar, İstanbul Boğaz köprüsünü verilen süre içinde bitirdi. Kabataş’a araç taşımacılığı yapan, Üsküdar meydanından kalkan arabalı vapur için sıraya geçtiğimiz meydanın gereği ve boğaz trafiğini alt üst eden arabalı vapurlarının seferleri ortadan kalktı. Köprü yapılmadan evvel Ankara’dan araçla İstanbul’a gelir, aracı Üsküdar’da arabalı vapur sırasına sokar, vapurla karşıya geçer, işimiz bitince Üsküdar’a geri gelir, arabalı vapur sırası gelmiş olan aracımızla karşıya geçerdik. Köprünün kolaylığına, açıldıktan sonra hemen alıştık.
1980 senesinde, askeri müdahaleden sonra iktidara, yeni kurulan bir parti ile Turgut Özal Başbakanlık görev ile geldi. Çok alışılmamış bir yöntemle Boğaziçi köprüsünün hisselerini satarak, ikinci bir köprü yapma fikri ile ortaya atıldı. Çünkü İstanbul Boğaziçi Köprüsü trafik kesafetine cevap vermekten artık uzaklaşmaya başlamıştı.
Fatih Sultan Mehmet köprüsü projesi ortaya çıkınca, toplumda bazı itirazlar oluşmuştu, amma Rahmetli Turgut Özal pek dinlemezdi, tıpkı mecliste bütçe konuşmalarında sorulan sorulara hiç cevap vermediği gibi.
1980’li senelerde Türkiye nüfusu 44.02 milyona ulaşmıştı. Nüfus son 10 sene içinde yüzde 24 oranında artmıştı. Ancak ne eğitimde, ne de sağlıkta aynı oranda yatırımlar yapılmadığından, kırsaldan şehirlere büyük göç engellenememişti. Nüfus artışına paralel olarak doktor başına düşen hasta sayısında belirgin bir düşüş yaşanmamıştı. Komşumuz Yunanistan’da bile doktor başına düşen hasta sayısı 642 iken bu sayı bizde hala 1650’de kalmıştı. Verilere göre 1980’li yıllarda 27 bin 241 doktorumuz yurt genelinde hizmet verdiğini kabul etsek bile, bu hizmetin yoğunlaştı yerler büyük şehirler olduğunu bilmekteyiz.
Böyle bir gelişme içinde öğretmen ve eğitim kurumlarının hangi koşullarda olduğunu konuşmanın gereği olmadığına inanmaktayım. Son 25 senede 14 ana değişiklikle birlikte 22 defa eğitim sisteminde değişiklik yapan iktidarlar, Milli Eğitim sisteminde büyük yaralar açtığına inanmaktayım. Genel kültürden uzak, günlük yaşam bilgileri ile mücehhez, düşük kültür seviyesinde bir nesil yetiştirdik. Çin seddinin nerede olduğunu , Samsun’dan Trabzon’a giderken hangi şehirlerden geçildiğini bilemeyen çocuklar yetiştirdik. Türkiye’nin baş şehrinin İstanbul olduğuna inanan gençlik meydana geldi.
75 milyar dolara mal olacak hayaldeki Kanal için, İstanbul’un doğa yapısına ihanet ettiklerini itiraf eden iktidar sahiplerine, bu projeye imkan vermemek gerek. İtiraf ettikleri bu ihanetin yeterli olmadığına inandıklarından, ihanete devam etmek için ‘İstanbul Kanalı’ adı ile hem Karadeniz’in hem de Marmara denizinin faunasının ana besini olan phytoplankton zincirini yok edeceklerini bilmemekteler. Ayrıca inşaattan etkilenecek bölgenin florasını da yok etmeye kararlı iktidarın cahil kuklalarını her akşam ekranlardan nefretle seyrederken, 75 milyar dolarla neler yapılmaz diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.