Aşure
Çocukken validemin bir hikayesini dinlerdim. Bu hikayeye inanmasamda o tarihte annemin anlatımına can kulağı kesilir, yumuşak dilini sever, olayı hayalimde canlandırmaya çalışırdım. Hazreti Nuh’a bir büyük kayık yapması söylenir. Bu devasa kayığa bütün hayvanattan birer çift alınır . Birden beklenen tufan meydana gelir. Havada bulutlar oluşur, şimşekler çakar, yağmur bardaktan boşalırcasına dökülmeye başlar.
Öyle yağarki yağmur, her yer sularla kaplanır, yer gök su olur. Ne kadar büyük bir gemi mühendisliğidirki Hazreti Nuhun yaptığı bu muhteşem tekne, bütün hayvanların bir arada bulunup, hiç dalaşmadan aynı gemide sakince oturduklarını anlatırdı annem. Bu teknenin Loyyd sertifikası olmadanda yüzdüğünü söylerdi. Yağmur günlerce yağar ve durur. Bir zaman sonra sular yavaş yavaş çekilir. Yüzen bu muhteşem transatlantik bir dağın tepesinde karaya oturur.
Hazreti Nuh gemiden inen ilk insan olur. Çok büyük olan kapısını açar ve hayvanlar eşleri ile bu tekneyi terk ederler. Yer yüzünde canlı hayat tekar düzelmeye koyulur. Kurallar konur, kaideler yerleştirilir ve insanoğlu nesil olarak yeniden bir nesil geliştirmeye başlar. Hayvanatta yeniden üremeye ve çoğalmaya başlar. Karaya ayak bastıklarında Hazreti Nuh, yanındakilere gemide kalan erzaktan bir yiyecek üretmesini ister. Büyücek bir sini içine gemide ne varsa koyarlar . Daha sonra büyük bir ateşi kazanın ltına yakarlar, ve yemek başlar pişmeye. Çevir allah çevir kaşığı, dibi tutmasın. Bu tufan olayı hakkında bir de hadis bulunmakta.
Kimin aktardığı belli olmayan ve hatta kimin tarafından yazıldığı belli olmayan, fakat dile getirilen sözler söyle demekte: ‘’Aşure Günü Nuh aleyhisselamın Gemisi Cudi Dağına İndirildi O Gün Nuh Ve Yanındakiler Allahü Tealaya şüşür için Oruç İdiler Hayvanlarda Hiç Bir Şey Yememişti. Allahü Teala Denizi , Beni İsrail için Aşure Günü Yardı, Yine Aşure Günü Allhü Teala Adem Aleyhisselamın ve Yunus Aleyhisselamın Kavminin Tevbesini Kabul Etti . Ibrahim Aleyhisselam da O Gün Doğdu’’ ( Taberani).
Her nedense Aşure günü diğer günlerden farklı bir yapıya sahip olarak kabul edilmekte. Aslında rivayet odurki Hazret-i Musa kavmini alıp Kızıl denizi geçmeside bu güne tesadüf eder. Hatta Hazreti Isa’nın doğum ve ölüm günü aynı aşure günü olduğu söylenmektedir.
Validem devam ederdi anlatmaya , kaynayan tencereye gemide bulunan ne kadar baharat varsa ilave ederler sonuncunda meydana gelen bu karışıma ‘’Aşure’’ derler diye anlatırdı. Validem ne zaman aşure pişirmeye kalksa bu hikayeyi mutlaka dinlerdim. Herkez tuttukları şükran orucunu, bu pişen bulamaç ile bozduklarını söylerdi.
Biz ise oruc tutmayız amma bu aşure adı ile anılan tatlıyı çok severiz. Validem evde ne bulursa aşure tenceresine atmazdı. Tencerenin içine nohut, fasulye, gibi bazı bakliyatları önce su ile haşlar içine çeşitli meyveleri küp küp keser atar ve şekeri ilave ederek kaynatırdı . Nar taneleri bu kaynama sürecinde atılmaz, soğumaya bırakıldığında üzerini süslerdi. Bizde bu tatlı olarak tanıdığımız aşureyi afiyetle yerdik.
Bu gün ülkemizde hayat Nuh tufanı gibi darma dağın, bir anlamsız fırtına içinde yüzmekteyiz. Eğitim sistemi allak bullak, memur ve işçi hak ve hürriyetleri perişan, Tarim ve Hayvancılık belirsiz bir denizde yüzmekte, ekonomi olarak bakılan cari açığımız inanılmaz rakkamlarda, Kuvvetli Silahlarımız şanlı tarihinde hiç böyle bir duruma düşmemiş, insanlar çıkmamış kitapları için yargılanmakta, düşünce hürriyeti şaibeli, Yabancı gazetecilerin alay malzemesi ettiği bir aşure kazanı kaynatılmakta ve birileri elinde bir büyük, kaşık Türkiye’yi karıştırmakta. Bu kazanın ampulü ne zaman sönecek, bu kazanın kaynatılması ne zaman duracak, pişen bu aşureyi kim yiyecek diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.