19 Mayıs’ta yüzüm yok
19 Mayıs gelince son 20 senede ağır bir hüzün çöker üstüme. Gözlerim nemli, ilkokul ikinci sınıftaki 10 Kasım gününü hatırlarım. O gün çocuksu hislerimle ağladım. On yıl geçmişti aradan, Atamın ölümünün üzerinden. Henüz dipdiri bir hüzün. Her sabah ant içerdik Ataya. ‘Türküm, Doğruyum, çalışkanım, yasam; küçükleri korumak, büyükleri saymak, yurdumu ulusumu özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.’
Düşünün bir kere, bundan yetmiş üç sene evvel o saf ve tertemiz beyinlerin sesleri çıktığı kadar bağırarak ve inanarak söyledikleri bu sözler beni hep etkilemişti. Bu yemini ederken hep ağlamışımdır. 73 sene sonra yine bir 19 Mayıs’ta Atamın manevi huzurunda yine göz yaşı döktüm. Geçirdiğimiz bunca seneler içinde Atamıza verdiğimiz hangi sözü tuttuk. Daima ileriye, muassır medeniyetler seviyesine taşımak için ne kadar çalıştık ki? Çocuklarımızın meslek ve karakter sahibi olması için devlet okulları yerine memleketi din kitaplarının ezberletildiği kuran kursları ve ihtiyaç fazlası imam hatip liseleri ile donattık. Oradan mezun birini de Başefendi yapmadık mı? Hatta Atom Enerjisi Kurumu’nun başına bile oradan mezun atandı.
Gençliğe hitabındaki sözlerin hala kulaklarımda, “İktidar sahipleri gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde olabilirler, hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhit edebilirler.‘’ Bu kadar ileriyi gösterdiğin halde sana verdiğimiz sözü tutamadık. Bu iktidar sahipleri ilkokul test kitapçıklarına “hayvanları koruma günü” sorusuna, 10 Kasım tarihini seçeneklerin arasına koyarak, taze beyinlerin içine neleri sokmaya çalıştıklarını haykıramamanın ezikliğini yaşamaktayım.
Halbuki; Mustafa Kemal’i iyi okursanız 1881 senesinde doğumundan 1896 yılına kadar Askeri okula kadar geçen eğitiminde, üstün başarısı dikkat çeker. Harp Okulunu 11 Ocak 1905’de bitirdin. Teğmen rütbesi ile Şam’a gönderildin. Bu tarihte Ata 24 yaşındadır. Harp manevraları için Fransa’ya gittiğin tarih 1911, yani 30 yaşındaydın ve aynı sene Trablus garp cephesine İtalyanlara karşı direnilmesini örgütlemen için gönderildin. İki sene sonra 1913 de Balkan harbi için Gelibolu ve Bolayır’a çağırıldın. Yaşın 32 idi.
Hemen ardından 1913 Sofya ataşeliğine tayin edildin. Sana albay rütbesi verildi. Yaşın 33, yani teğmen olarak mezuniyetinden Albaylığa terfiin tamamı 10 seneyi içinde. Ülkeyi idare edenler, devamlı seni İstanbul’un dışında tutmak için çaba sarf ettiğini görmekteyiz.
Çanakkale savunmasında kuvvetlerin başına yine Mustafa Kemal’in atanmasına değişik bir açıdan bakmak istemekteyim. Çok zeki ve akıllı bir subayın, Osmanlı ordusundan tasfiye etmesi için, yabancı güçlerin bir baskısı olabilir mi? Çanakkale’ye gönderilen Mustafa Kemal elinde iki kırık topla, Çanakkale boğazını, dünya devlerine karşı koruyabileceğini kimsenin düşünmediğine inanmaktayım. 278 bin kişilik bir orduya karşı bir avuç askerle ortaya konulan muhteşem bir müdafaa taktiği.
Bilmem hiç 57’inci Piyade Alayının fotoğrafını gördünüz mü? Sabahın kör karanlığında bütün alay, son namazlarını kılmakta, yüzlerinde hiç tereddüt izlenmemekte. Bütün bir alayı rahmetle anmaktayım, ‘Size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum’ demişti.
Daha sonra Kafkaslarda çıkan isyanı bastırmak için yine Ata’ya verdiler görevi. Yine bu görevlendirilme hedefinde onu İstanbul dan uzak tutma maksadı körüklendi.
Ata rahmeti, Ordu komutanlığına, General rütbesini alması ile birlikte, 1918’de Osmanlı Devleti’ni, İtilaf Devletlerinin parçalamasını üzülerek seyrederken yaverine, “Geldikleri gibi gidecekler” diyerek aklında Türkiye senaryosunu hazırladığını düşünmekteyim.
Teğmen olarak başladığı 1905’den general olmasına kadar geçen zaman 13 sene ve bu kısa zamana sığdırılan muhteşem bir başarı.
Bundan sonrası zaten hepimizin bildiği “Ah Şu Çılgın Türkler” de ortaya konulan bir kurtuluş savaşı. Bağımsızlık için verilen “Ya istiklal ya ölüm” savaşı.
Cumhuriyetimizi ona ve silah arkadaşlarına borçluyuz. Genç Cumhuriyetimizin ilk 10 senesinde ülkede yapılanlara dikkat edilmesi gerekir. Bir ülkeyi baştan başa demir ağlarla ördüğümüzü haykırmaktayız.
Ama yine de yılmaz bekçileri olacağız bu Cumhuriyetimizin. Yemin ediyorum Atam, ölünceye kadar pes etmeyeceğim. Bağnazlığa ve yobazlığa karşı mücadele vermeye devam edeceğime yemin ederim.
Her on yılda ülkemizi ileri taşıyacak her harekette, ortaya dış mihraklı engeller çıkmakta. Bir tarihte Osmanlı’nın borcu dediler. Borç ödendi. Sözde Ermeni katliamı diye mesnetsiz iddialar ileri sürüldü. Nice diplomatlarımızı bu nedenle şehit ettiler. Bu boş düşünceler çürütüldü. Yine dış mihraklar, etnik kökenli sorunlar ortaya atıldı. Onlarda bitti. Bunların yerine ve hepsinden daha elim ve daha vahim olan mezhep ayrılıkları ve etnik kimlikler körüklendi. Maksat, Türkiye’nin gelişmesini durdurmak, muassır medeniyetler seviyesine ilerlemesini engellemek.
Bugün senin huzuruna gelecek yüzüm yok Atam. Hep senin yaptıklarınla övünüyorum. Benim yaptığım pek fazla bir şey yok kayda değer. Bir ikinci on yıl marşım bile yok. Senin Hangi devrimini tamamlamışım diye boşuna düşünmekteyim. 1135 delegeyle 17 Şubat 1923 İktisat kongresini toplamışsın. İkincisini 4 Haziran 1992 senesinde ancak toplamışız. Nerdeyse yetmiş sene geçmiş. Şapka devrimi yapmışsın, gel de gör ne kadar geri götürmüşüz bu devrimini senin. Mülkün temeli olan adalet merkezinde sarıklı ve cüppeliler dolaşmakta. Her inkılabın ne hale geldiğini biz çok iyi bilmekteyiz. İktidar hırsı ile bir oy uğruna ne kadar ödün verildiğini bir bilsen, bizden evvel sen ağlarsın.
Fakat yine de ümidim yeni yeni canlanmakta. Yeniden sana sahip çıkmak isteyen yeni bir nesil, tek vücut olan bir gençlik gelmekte. Senin eserini korumak yetmez. İleriye götürmek, yeni gelişen dünyada yerini alması gerekir Türkiye’nin. Yeni gelişimler sağlamak gerekir. Sanayi de gelişim, teknolojide gelişim, ihracatta gelişim, tarımda gelişim, enerjide gelişim, bilhassa eğitimde ve dürüst siyasette gelişim sağlamak gerekir.
Yine bir 19 Mayıs’ta gözlerim dolu dolu seni anıyorum ATAM diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.