Fırlat ma
İnsanların, yaşamları boyunca bazı sosyal ortamlarda ömürleri geçer. Bu ortamlarda yaşarken arkadaşları kendisini anmak için, isimlerinin başına bir lakap getirirler ya, işte bu lakaplar hiçbir zaman tarif ettiği kişiye boş yere verilmez. Hele yatılı okullarda bu lakap, okula intikal etmesinden kısa bir zaman sonra verilir. Lakap, tarif ettiği çocuğun, ömrü boyunca, yakasından inmez. O lakap hayatı ile beraber sürer gider. Ne eksilir ne de artar, bir defa verilmişse o lakap, değişmez bir tariftir. Akkoyunlu aşireti, daha sonraları devlet olarak anıldığı tarihlerde, 1450’li senelerinde Diyarbakır’da hüküm sürer. Akkoyunlu Devletinin başında, o tarihlerde UZUN lakaplı, UZUN HASAN’ın bulunduğunu, tarih kitapları yazmakta. Uzun lakabı sadece hükümdar Hasan’a ait olmasa gerek.
Birçok ortamlarda uzun boylu insanlara verilen UZUN lakabı, 1879’da Zonguldak’ta taş kömürünü bulan Mehmet’e de takılmış ve boyundan dolayı Uzun Mehmet olarak tanınmaktadır.
Bir de Bilecik’te 1919 doğumlu Ömer vardı, 2.25 metre boyunda, dünyanın en uzun adamı idi o tarihte. Daha sonraları boyundan dolayı Uzun Ömer olarak anılmaya başlanmıştı. Uzun Ömer, İstanbul’da bir belediyenin yardımı ile piyango bileti satış bayisi açtı. Adalar vapur iskelesinde Milli Piyango bilet gişesi, Uzun Ömer’indi. Hatta bu dükkanın giriş kapısı 2.30 metre olarak özel müsaade ile inşa edilmişti. Adalarda yaşayan insanlar, akşamları vapura binmeden mutlaka Ömer’e selam vermek için ‘İyi Akşamlar Uzun’ derlerdi. Adalarda yaşayanlar onu, o da adalarda yaşayan insanları tanırdı. Hele 18.45 vapuruna binenler onunla mutlaka sohbet ederlerdi. 4 Şubat 19602da vefat ettiği tarihte kendisi için defin, tabut ve mezar yeri problemi yaşandığını, bugün gibi hatırlarım.
Bazı insanlara okullarında takılan lakaplar vardır. Hatta Rıfat Ilgaz’ın meşhur HABABAM Sınıfı adlı eserinde olduğu gibi GÜDÜK Necmi, İNEK Şaban, DOMDOM Ali, TULUM Hayri, ÇIYAN Sadi, ve KÜP Arif gibi lakaplar, eserde kullanılmış.
Kayseri de okuduğumuz yatılı okulda da bazı arkadaşlarımızın lakapları vardı. Bu lakapların bazılarında, terbiye sınırlarını bile zorladığı tabirler vardı. Piç Ahmet, Salak Avni, Hödük Rıfat, ve Hıyar Ali gibi lakaplar unutulmayan isim ve ekleriydi. Bu lakaplar kişilerle beraber ömürleri boyunca devam etti gitti.
Lakaplar çocukların davranışlarını tarif etmeye yeterliydi. Soysuz Selim, Kirpi Kemal ve Fırlatma Fırat gibi lakaplarda, isimlerle senkronize olmaktaydılar.
Bu lakapları andığım zaman aklıma hep Olimpiyat oyunları gelir. Bu oyunlar içinde bazıları beni çok ilgilendirir. Meselâ gülle atmada bir sporcu 7.25 kilogramlık bir topu, 1.30 metre çapında bir daireden fırlatır. Bu spor dalını, çok büyük bir eforu, çok kısa bir zamanda yarışmacının harcaması gerektiği bir spor dalı olarak tanımlarım.
Bir de disk atma dalı vardır Olimpiyatlarda. Bu dalda bir sporcu 2 kilogramlık bir diski 2.20 metre çapında bir daireden dönerek fırlatır. Bu diskin fırlatılış sonrası havada uçan diske hayran hayran bakarım. Sanki uçan daire efsanesi, bu diskin içinde oluşmakta, diye düşünürüm her seferinde.
Hayran olduğum bir başka fırlatma sporu ise çekiç atma sporudur. Bu sporda sporcu, yine 7.25 kilogramlık top şeklinde bir ağırlığı, bir halatla kulpa bağlı olarak, yaklaşık 2.13 metre çapında bir alandan dönerek fırlatılmak suretiyle yarışır. Sporcu verilen alan içinde müthiş bir dönüş yaparak elindeki halatlı çekici fırlatarak elinden çıkarır. Çekiç, aynı diskte olduğu gibi havada süzülerek göğe doğru ilerler, daha sonra süzülerek yerle buluşur. Diskte yaklaşık 73 metreye fırlatılmasının yanında, çekicin gittiği mesafe yaklaşık 83 metredir. Bu fırlatmaları seyrederken aklıma, tarihin derinliklerinde bu yarışmalar nasıl yapılırdı diye, antik kentleri gezerken hayal gücümü kullandığım hep olurdu.
Geçen akşam gün batarken Marmaris’te hastaneye gitmeye çalıştık. Kavşakta yüzlerce polis yolları kesmişti. Geçit vermediler. Önemli birinin geleceğini, bu nedenle yolları kestiklerini ifade ettiler. Biz de aracı kenara çekip bekledik. Önde birkaç polis motosikleti, arkasında bir otobüs, otobüsün üzerinde birkaç silahlı asker göründü. Otobüsün üstündeki askerlerin elleri silahlarında ve tetikteydiler. Otobüsün arkasında çakarları yanan onlarca araç konvoyu yolları doldurdu. Kavşağın bir kenarında duran otobüsü, birkaç hafta evvel Rize’de, sel sonrası da görmüştük. Tıpkı RİZE’de olduğu gibi, otobüsün üstüne çıkan yönetimin başındaki Cumhur, halka kısa bir konuşma sonrası, ormanlar bir tarafta yanarken, etrafta toplanan insanların başlarına paketlenmiş çay fırlatmasını, hayret ve nefret içinde seyrettim. Aklıma hep olimpiyatlarda fırlatılan DİSC, ÇEKİÇ ve GÜLLE gelir böyle zamanlarda. Ancak Olimpiyatlarda düzenlenen fırlatmalar, en iyi ve en mükemmel olma yarışı adına yapılır diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.