SİT ALANLARI
Anadolu’ya tarih içinde birçok kavimler akın yapmış. Orta Asya’da yaşayan insan toplulukları yaşam yerlerindeki verim ve otlaklar tükenince, başka yerler aramaya başlamışlar. Bütün göçler hep batıya doğru yapılmış. Genelde hiç doğuya yapılmamış olduğunu biliyoruz. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk de hep hedef olarak batıyı göstermiştir. Bakın bütün ülkelere, gelişen şehirler hiçbir zaman doğuya doğru gelişmemiştir. Asırlarca Anadolu istilaya uğraşmıştır. Bütün istilalar doğudan gelmiş, ancak sade bir defa Kuzey batıdan gelen istila pek uzun sürmemiş, kısa zamanda akıncılar Anadolu’yu terketmişler.
3000 Ispartalı yani Makedon, Anadolu’yu baştan sona geçip doğuya gitmiş. Sonra geriye hiç dönmemiş. Bu arada kuzeyde Sinop’a uğrayıp filozof Diyojen’le konuştuğunu biliriz. Ne istediğini soran Büyük İskender’e Diyojen tarafından verilen muhteşem bir cevap vardır, aslında bu cümle söylenmiş mi söylenmemiş mi bilinmemekle birlikte böyle kabul etmekteyiz. ‘Gölge etme başka ihsan istemem! diyerek bir fıçı içinde yaşamaya devam ettiği bilinir.
Bu arada, sanki Anadolu’da kimse yokmuş ta Orta Asya’dan gelen kavimler Anadolu’yu istila etmemiştir. Anadolu’da yaşayan bir halk vardı ve de Romalı bir halktır. Hani Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’yu işgalinden evvel de insanlar bu coğrafyada yaşamakta olduğunu bilmekteyiz. Bu nedenle boş bir toprağa 1071’de Selçuklu Devleti’nin gelip yerleşmediği bir hakikattir. Malazgirt Savaş neticesinde Orta Asyalılara Anadolu kapısı açılmıştır.
Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya yerleşmesine sebep olan bu tarihten sonra Selçuklu Anadolu’ya sahip çıkmış, belirli şehirlere yerleşmiş ve bu güzel coğrafyada eserler vermişlerdir. Bakın çeşitli şehirlere Konya, Sivas, Kayseri, İnegöl, Amasya, Söğüt gibi ülkenin önemli noktalarına, Selçuklu Devleti çok büyük yatırımlar yapmıştır. Medreseler, hastaneler, hanlar, hamamlar, bedestenler ve bir çok başka eserler vermişler.
Daha sonraları bu güzide devlet, yaklaşık 70 sene içinde, bir takım yönetim eksikliği içinde varlığını devam ettirememiştir. Böylece devletin son Sultanı Sencer’in vefatı neticesi, taht kavgaları, aşiretlerle beyliklerin birbirine düşmüş olması, hatta bu arada 1096 yıllarında başlayan Haçlı seferleri, parçalanmış bir devletten kalan beylikler ve aşiretleri kökten yıprandırmıştır. Daha sonra bu aşiretlerle beylikler arasında rekabet kızışmış. Hani aşiret dediğimiz, bildiğiniz birkaç aileden müteşekkil eşkıya şebekesi. Zamanın kervanlarından elde ettikleri haraçlarla geçinen bir toplum. Üretime dayalı bir geçimden ziyade, kervanları veya başka aşiretlere hakimiyet sağlayarak, onları haraca bağlamayı hedef seçmiş olduklarını görmekteyiz.
Dağılan Selçuklu Devleti yerine, aşiret olan Kayı topluluğunun, Osman Bey’in idaresinde Bizans’a kafa tutup Bursa’yı ele geçirmesi ile başlayan Osmanlı serüvenini iyi tahlil etmek gerekir. Osmanlı’nın, Anadolu ile başlayan hakimiyet serüveni Trakya’ya yayılması, daha sonra İstanbul’un alınması ile devam etmesini okuduk. İstanbul’dan devam ederek Batıya dönüp Avrupa’yı hedef alarak, tarihsel açıdan genetik yapıya uyarak, batıya doğru genişlemeye başlamışlar. Aşiret köklü olduğu için Osmanlı Devleti’nin yatırım yapmak konusunda çekingen davranmasını kabul edebiliriz.
Hatta Anadolu’ya yatırımdan evvel Bosna’ya yatırım yaptığını da unutmamak gerek. Anadolu’dan evvel Bosna’da bedesten yapıldığını bilmekteyiz.
Osmanlı Devleti 5 Haziran 1516 senesine kadar Anadolu’nun doğusu ile hiç ilgilenmemiştir. Ne zaman Anadolu’nun doğusunda Memlük Sultanı arıza çıkarınca, batı yerine doğuya sefere çıkmak, Osmanlı için farz olmuştur. Bu nedenle Sultan Selim doğuya sefere çıkmış. Bunun hem doğru hem de icraat bakımından yanlış bir hedef olduğunu tarih göstermiştir. Yavuz’un Orta Doğu ve Afrika’da elde ettiği başarıların içinde ŞAM’dan tarikatların, cemaatlerin ve tekkelerin şubelerini İstanbul’a getirmesi, Osmanlı’nın yıpranmasına, hatta çürümesine sebep olduğunu biliyoruz.
Osmanlı Devleti sürecinde Anadolu’da kaç adet esere imza attığını araştırın. Hatta Bursa’da bile, Osmanlı’nın Sadareti Edirne’ye taşımasını takip eden süreçte, bir yatırım yapmadığını görmekteyiz. Bundan daha vahim olan III. Selim gibi padişahların bizzat antik tarihsel SİT olarak kabul ettiğimiz eski eserlerin başka ülkelere gitmesine müsaade etmesi, asla kabul edilmeyecek bir davranış olduğuna inanmaktayım. Var olanı korumak yerine değersiz saymanın, Osmanlı döneminde olağan bir davranış olduğunu kabul etmekteyiz. Tamam, insanların tarihi değerlere saygısı olmayabilir. Hatta ‘Bu antik taşlardan bizde çok var, alın götürün‘ diyecek kadar toplumun tarihsel değerlerine saygı göstermeyen bir Osmanlı idaresinden bahsetmekteyim.
Aradan geçmiş olan 150 yıl, zihniyet değişti mi? HAYIR. 1000 yıllık zeytin ağaçlarının sökülmesine, kurulu gücümüz olan 100 bin MW elektrik enerjisinin kullanılmayan 35,000 MW atıl kapasitemiz bulunurken, Çevre ve Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından yayınlanan Korunan Alanların Tespit Tescil ve Onayına ilişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik tam bir ülke talanı niteliğinde. Bu Yönetmeliğin madde 3. ün h) fıkrasında şu cümle bulunmakta:
- h) Çevresel etki değerlendirmesi yönetmeliğinin EK-2 listesinde yer alan üretim kapasitesi ile sınırlı kalmak kaydıyla hidroelektrik, rüzgar ve güneş enerji santrallarının yapılabileceği alanlardır.
Beşli çete diye adlandırılan imtiyazlı kuruluşlar için yayınlanan bu yönetmelik değişikliğini, Osmanlı’nın tarihi eserleri yabancılara hediye etmesine benzetmekteyim diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.