Armutlar ve Elmalar
Ömrüm boyunca haksızlığa hiç dayanamam, hep isyan ederim. Eğer isyanım kabul görmesse, bir kenara gider oturur hep ağlardım. Çocukluğumda okuduğum yatılı okulda ne zaman haklı olduğum bir konuda, güçsüz duruma düşsem, okulun görünmeyen bir kayabaşısı vardı , oraya gider ağlardım. Benim yaptığımı her arkadaşım haksızlığa uğradığı zaman yapardı . Hatta evini özleyenlerde bu kayanının başına gider, gözlerden uzak bir köşe olduğu için orada ağlar, özlemlerini göz yaşlarına bağlar kayaların üzerinden kayıp uçmasını dilerdi.
Haksız olarak yapılan her konudaki harekete isyanım hep olmuştur. Yalnız bana yapılan haksızlığa değil bütün toplum bireylerine yapılan haksızlıklarda isyan edişim, hep haksızlığa karşı olmuşumdandır. Bana yapılmasını istemediğim hiç bir konuyu, bir başkasına yapılmasına tahammül edemem. Çocukluğumda yatılı okulda Talas köyünde bir postane vardı gidip mektuplarımızı aldığımız , işte orada birde posta memuru vardı, ismini bu gün pek hatırlıyamadığım, Ankara da ki evimizde telefon olmadığı için yan komşumuzda bulunan telefonun numarasını verir, evi telefonla arardım. Bir bütün gün telefon bağlanmasını beklediğimi, bu gün gibi hatırlarım.
1969 senesinde evlilik birliğimi kurduğumda evimizde telefon bile yoktu. Bir konu için eşimi aramak gibi bir lüksüm o tarihlerde hiç olmamıştı. Yeni evli olduğumuz sene bir gün annem eşimi ziyaret için evimize gitmek istediğini bana söylediğinde ‘’Evime ne zaman istersen gidebilirsin’’ diye annemi teşvik bile etmiştim. Eşimi konudan haberdar etmediğimden, eve giden annem kapının açılmadığını görünce, iki göz iki çeşme bana gelip şikayet ettiğini hatırlarım. Şimdi olsa‘’ Aç mobil telefonunu, Kızım Evde isen ben geleceğim ‘’ dersin, evde ise gidersin. Postahanede bir gün telefon beklemek ne demek olduğunu bu günlerde, çok az insan bilir.
Telnolojinin gelişme sürecinde bir çok konu gibi telefonda çok hızlı evrim geçirdiğini son otuz sene içinde yaşıyarak şahit olduk. Hangi konuyu biraz eşeleseniz mutlaka gelişim evresinde dev adımların atıldığı görmeniz mümkündür. Çocukluğumda mahallede inşaa edilen bazı bir kaç katlı binaların beton atılmasını ilgi ile seyrettiğim çok olmuştur. Binaya her kata iki aktarma iskelesi kurulur, beton harcı aktarma iskeleleri marifetiyle bir seviyeden, kürekle, diğer seviyeye beton aktarılırdı. Bu işlemle aynı zamanda beton karışmış olurdu.
Bir binanın kat betonu bir kaç günde tamamlanırdı. Bu nedenle her kat yükselmesi bir aydan fazla vakit almaktaydı. Belkide yüksek katlı binalar bu nedenle yapılmamakta, beş katın üzerine pek çıkılmamaktaydı. Şimdi ise betoniyerlerde hazırlanan beton yüzdesi belli karışımı, çok katlı binalara pompalar vasıtası ile yükseklere çıkartmaktalar. Bir katın betonu bir gün içinde tamamlanmakta olduğunu görmekteyiz. İnşaatını yaptığımız rüzgar santrallarında da bir kule zemin betonu bir seferde ve aynı gün yapılmakta. Nereden nereye geldiğimizi yaşarken görmek ne kadarda güzel. Bu günleri, bu gelişimi idarak ederek yaşamak ne kadarda güzel diye düşünmekteyim.
Geçtiğimiz son elli sene içinde karayolu yapımının geçirdiği evreyi izlerken hayretler içinde kalmaktayım. Yol yapım teknikleri gelişmekte, eskisi gibi düzlenen bir güzergaha serilen mıcır üzerine katran dökme devri çoktan geçtiğine şahit olmaktayız. Şimdileri ise yeni asfalt teknikleri gelişmiş, alt zeminde ince toprak asfalt gibi dökülmekte. Bu zemin sıkıştırılıp üzerine asfalt döşenmesi yolun ömrünü arttırdığına şahit olduk. Türkiye, diğer ülkelerden çok değişik bir iklime sahip olduğundan, bu yapım tekniği Anadolu yollarına çok uyduğuna inanmaktayım. Yaz ve kış ile gece ve gündüz ısı farkı yol yapımı için çok önemli olduğuna inancım tamdır.
Rahmetle andığım babam iş hayatına atıldığı yıllarda İzmit- Kandıra yolu ile Besni – Adıyaman yollarını yaparken nelerle karşılaştığını anlatırdı. Bir yol güzergahında bir tünel yaparken ne çektiğini bizimle paylaşmıştı. Hiç küçümsenecek bir emek olmaması lazım, imkansızlıklar içinde bir eser meydana getirmek pek kolay olmasa gerek. Nereden baksanız her iki yolun uzunluğu pek önemsenecek bir mesafe olmasada günün yol yapım teknolojisine bakarsanız önemli bir mesafedir.
Sadece karayolu yapımını değil demir yolu ağınıda ele almak gerekir. Kazmalarla oyulup, dinamitler patlatılıp, dağların nasıl delindiğini görmemekle birlikte, Cumhuriyet döneminde demiryolu inşaatının nelerle karşılaştığını tahmin edebilmekteyim. Bu gün ise 15 metre çapa kadar ‘’köstepek’’ adlı bir makina bir yerden giriliyor diğer yandan çıkılmakta. Dağların delinmesi zor bir görev olmaktan çıktığını görmekteyiz. Bir başka makina ise hem kalın mıcırları döşerken bir başka sistem traverslerleri döşeyip rayları üzerine monte ederek vidalamakta. Nerede o rayların her birinin eğiminin bakıldığı, terazisinin hesaplandığı ray döşemenin kabus olduğu günlerin şimdi geride kaldığı bir gerçektir.
Adamın biri çıkarak ve hesap yapmadan ‘’Bizim zamanımızda demiryolunu yılda 135 kilometre döşedik ya sen ‘’ diyerek geçmiş iktidarlara soru sormaya kalktı. Ne kadar banal bir beyanat . Tıpkı bir şehirdeki imamın ‘’ Düğünde eşi , kızı oynayan deyyustur ‘’ demek gibi bir şey, kanımca elmalarla armutlar yine karışmaya başladı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.