DERSİMİZ TARİH
Osmanlı Devleti’nin Osman Bey ile kurulduğunu yazar tarihçiler, ancak benim şahsi kanaatimce Osman Bey Kayı aşiretinin başı olarak Söğüt ve civarında yerleşik olduklarında devlet vasfı yoktu. Osman Bey’in kayıtlı bir tuğrası bile mevcut değil. Aşiret olarak yapılan önemli işler kervan yollarını kontrol etmek, Anadolu’da yerleşik Bizans tekfurlarından haraç almak esasına bağlı bir aşiret düzeni görmekteyiz. Aşiretin gelirlerini bu şekilde özetleyebiliriz. Osman Bey Ertuğrul Gazi’nin Türk eşi Halime Hatun’dan olmadır.
Osman Bey’in eşi ise Malhun Hatun’dur. Oğulları Orhan Gazi Bey, Osman Gazi’den sonra 36 yıl Osmanlı devletini hem kurmuş hem de yönetmiş. Bu arada Söğüt kasabasından Bursa’ya göç olmuş ve otoriteyi simgeleyen bir tuğra, yani mühür bu dönemde oluşmuş. 1326 yılından 1362 yılına kadar iktidar olan Orhan Gazi, Bizans İmparatorluğu’na baş belası olmuş. Hedef hep İstanbul’un ele geçirilmesi olmuş. İstanbul ele geçirilince İmparatorluk namı da alınmış olacaktı.
Orhan Bey zamanında bu düşüncenin ilk adımlarının Trakya’ya 1354 yılında geçmekle atıldığını hatırlarız. Bu dönem Osmanlı da ilk kırılmaya şahit olmaktayız. Orhan Gazi’nin eşi Rum asıllı Holofira, Yarhisar Tekfuru’nun kızıdır. Yani Osmanlı’da artık Türk ırkından kopuş 1299 yılında olmuştur. Mutlaka bilirsiniz Holofira, Bilecik tekfurunun oğlu ile evlenmesi sırasında, düğün alayına yapılan bir baskında kaçırılmış ve Orhan Gazi ile evlendirilip Nilüfer Hatun adı konulmuştur. Nilüfer Hatun I’inci Murat, yani Murat Hüdavendigar’ın annesi olup Türk olmayan RUM kanı taşır.
Zaten bu kırılma daha sonraki bütün Osmanlı Devleti’nin başına geçen Padişahlar için geçerlidir. I’inci Murat’ın annesi de RUM asıllı Gülçiçek Hatundur. Ancak Gülçiçek Hatun hakkında detaylı bilgi, ne doğumu ne de vefatı hakkında bilgi yoktur. 1’inci Bayezit’in annesi olduğunu ve mezarının da Bursa’da Altıparmak Çarıklı Değirmen Sokağı’nda bulunan türbe de olduğunu bilmekteyiz. Türbedeki kitabede tarih bulunmadığı için doğum ve ölümü hakkında bir bilgimiz bulunmamaktadır.
Aslında Tarih derslerimizde bizlere öğretilenleri hatırlamaya çalışıyorum, kanımca sadece hikaye okumuşuz. Harpler ve neticelerini, anlaşmaların maddelerini ezberledik. Fakat asırlarca devam eden Osmanlı Devleti’nin neden sıklıkla sefere çıktıklarını, neden hep Avrupa’ya yönelik yayılma üzerinde senaryo ürettiklerini, derslerimizde hiç anlatmadılar.
Yıllar sonra düşündüğümde, Osmanlı’nın, Devlet hazinesi boşaldığında yaptığı tek hareket, bir ülkenin gözünün üstünde kaşı olduğunu söyleyerek savaş açmak ve sonrası haraca bağlamak olmakta. Devlet’e sürdürülebilir gelir getirecek bir sistemi, uzun süre yerleştirememişler. Aslında Osmanlı Devleti Bosna’da çarşılar kurarak akar temin edilmesinden çok sonra İstanbul’da bir benzerini kurmuşlar. Osmanlı Devleti uzun dönem sadece İstanbul’a yatırım yapmış, hani yatırım dediğimiz camii ve saray cinsinden binalar yapmışlar, Anadolu’yu hep ihmal etmişler.
Osmanlı dönemi, bildiğimiz gibi 600 seneyi aşkın bir zaman içinde Devlet çürümeye başlamış, üretim yönünde yatırım yapılmadığı için hep borç batağına düşmüş. Borcu borçla kapatmaya çalışmışlar. Borç aldıkları ülkeler ise istediklerini Osmanlı devletine dikte ettirmeye başlamış. Bu dönemlerde Osmanlı Devleti’nin başında hükmetmeye çalışan padişahların bir anda isimleri Ahmet, Mehmet, Murat, Selim gibi isimlerden uzaklaşıp ABDÜLMECİD, Abdülaziz, ve Abdülhamid gibi isimlere yönlenmişler. ABDUL kelimesini neden seçmişler bilinmemekle birlikte çöküşün simgesi olduğuna inanmaktayım. ABDUL kelime olarak Arapçadan dilimize ithal edilen ‘KUL KÖLE’ anlamını taşımaktadır. Abdülmecid’in annesi, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın, aslen Gürcü olmasının etkisi var mıdır bilinmez. Cariye olarak saraya alınan Gürcü asıllı Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın geçmişi hakkında fazlaca bir bilgi bulunmamakla birlikte oğlu 16 yaşında Abdulmecid tahta çıktığında kendisinin 32 yaşında olduğu bilinir. Yani 16 yaşında anne olmuş.
Şimdilerde ise yine hep İstanbul’a yatırım yapmaktayız. Şehir şehirlikten çıkmakta, İstanbul şehri Avrupa’daki birçok ülke nüfusunu geçmektedir. Nüfusu 17 milyondan küçük Avrupa’da birçok ülke bulunmakta. Ancak bu ülkelerin imrenilecek derecede gelişmiş ülkeler olduğunu bilmekteyiz. Afrika’nın zenginliğini sömürerek kendi ülkelerini geliştirmeleri, her ne kadar adil bir düzen olmasa da bu ülkeler, bugün, hatırı sayılır dünya ülkeleri içindedirler. Bizler ise hazinemiz eksi 57 milyar dolarla, oradan buradan emanet para ile hazinemizi çevirmeye çalışmaktayız.
Tıpkı zavallı kıt kanaat geçinen devletin memuru gibi. Borcu borçla kapatıp, başka kapılara koşmaktayız. İhracatta rekor kırarken, ithalatta daha büyük rekorlara imza atmaktayız. Cari açığımız Merkez Bankası verileri ilk 6 ayda 32.4 milyar dolar olarak gerçekleşmiş. 2021 senesi aynı dönemde14.9 milyar dolar olması, beni derinden ürkütmekte.
Bugün ülkem Osmanlı Devletinin 1850 yıllarında düştüğü durumu andıran vaziyette. Vira borçla ekonomiyi çevirirken, enflasyon rekorlar kırmakta. Gözlerimizi kapatıp, uykuya geçmekle başlayan bir serüvenimiz var. ‘Dibe vuran ekonomi daha nereye gidecek’ derken bay Nebati, dolar 14 TL iken, 18 gelmesini, dibinde dibi olduğunu ekonomi insana öğretir. Ekonomi bilmeyen sadece o adam mı? Cumhur bile kendini aynada EKONOMİST görüyorsa, varın bu ülkem nereye doğru gittiğini siz tahmin edin diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.