Biri Hesabı Ödeyecek
Üniversite yıllarımda değişik ortamlarda bulundum, okurken aynı zamanda radyoda çalışırdım. Bu zaman zarfında birçok dostum, arkadaşım olmuştu. Üniversite yıllarımda birçok ailenin çocuklarına da fen derslerinde yardımcı olmak için evlere ders vermeye giderdim. Hiç unutmam uzun zaman Türk Kızılay Teşkilatının başında Dr. Kemal Demir vardı. Daha sonraları Sağlık Bakanı olarak görev yapmıştı. Çok saygın bir kişiliği vardı. Evleri Ankara Demirtepe’de, cadde üzerinde idi. Üç çocuğu vardı ve üçünün de derslerine yardımcı olmak için haftada birden fazla bu eve giderdim. Bu hizmetin karşılığı olan ücreti her ayın başında alırdım. Tıpkı Radyoda aylıklarımızı her ayın 1 inci günü alırdık. Bu
aylıklar hepimizin yaşamımızda önemli bir değerdi. Bu paranın, o zaman, alım gücü fazlaydı. Cebimizdeki paranın pek hesabını da yapmazdık.
Bir gün, radyodan arkadaşımız Ülkü, dünyaevine adım atmak için düğün kokteylini Barıkan Oteli’nde yapacaklarını söyledi. Hepimize davetiye vererek, ‘Mutlaka bekleriz’ diye de ısrar etti. Davetiyeyi elime aldığımda tarihine baktım. Ayın son günü ve bir cumartesi akşamına denk gelmekteydi. Arkadaşlarımızla aramızda para toplayıp, kocaman bir çiçek yaptırmıştık. Düğün, kokteyl şeklinde 19.00-21.00 saatleri arasında olacaktı. Hepimiz mesai arkadaşları olarak oradaydık.
Aramızdan Demet ve Filiz hariç hepimiz bekardık. Erkan, Aytaç, Sevinç, Günseli, hatta Müberra bile bekardı. Kokteyl çok nezih bir şekilde devam ederken, aramızda Barıkan Otel’in RUF diye adlandırılan çatıda gece kulübü vardı, gecenin devamını orada yapmayı kararlaştırdık. Bu mekanda cumartesi akşamları program olurdu. Ankara’nın yüksek binalarından bir tanesi olduğu için Barıkan’ın RUF’undan şehre yukardan bakarak iyi vakit geçirmenin, insana moral verdiğini düşünürdük. Genç evlileri de bu gecenin uzamasına davet etmiştik. Onlar da geliriz dediler, ama bunun yarım ağızla söylendiğini anlamıştık.
Kokteylin sonunda asansörlere binerek RUF’a çıktık. Büyük bir masaya arkadaşlarla oturduk. Herkes ne içeceğini söyledi ve masa bir anda çerez ve içkilerle donatıldı. Gecenin bir uzantısı olduğu için sahne alan sanatçıların söyledikleri şarkılara eşlik ederek, mutlu günün devamını yaşamaktaydık. Gecenin ilerleyen bir saati olduğu için ve ertesi günü bazı arkadaşların 06.00’da radyo açılış nöbeti olduğundan, ‘Ben kaçıyorum, yarın sabah nöbetim var’ diyerek sofradan ayrılmalarına itiraz edememiştik.
Aramızdan arkadaşlar birer-ikişer sofradan ayrıldı. En son olarak Günseli, Tuğrul ve ben sofrada kaldık. Günseli’ye de gitmesini söyledim. Aslında Tuğrul radyodan değildi, damadın bir akrabası idi. Baktım Tuğrul ve ben iki kişiyiz, ancak garsonların sayısı bizden fazla, yapacak bir şey olmadığı için, ‘Tuğrul sen de git, ben hallederim’ dedim. Tek başıma masada gecenin keyfini çıkarmaya devam ettim.
Bir ara garson masanın hesabını getirdi, baktım benim tek başıma altından kalkacağım rakam değil. Garsona ben sade kendi içtiğim içkiyi ve çerezi ödeyebileceğimi söyledim. Garson bu konuda itiraz ederek, bütün hesabı ödemem gerektiğinde ısrar etti. Bunun mümkün olmadığını ifade ederek, RUF’un müdürünü çağırmasını istedim. Müdür masaya gelerek, nazik bir şekilde beni arka bölümdeki odasına davet etti .
Oraya gittiğimizde, ‘Beyefendi işte burada telefon, bu fatura ödenecek, kimden nereden para getirtecekseniz, biz bekleriz,’ diye konuşunca, gecenin uzun süreceğini zaten anlamıştım. Biraz düşündüm, odada yalnız ben vardım. Aslında adamlar haklıydılar, bu hesap ödenecekti, ama cepte bu para yoktu. Bir ara RUF’un müdürüne, ‘Pazartesi toplar getiririm,’ diye çözüm üretmeye çalıştım, ama fayda etmedi. ‘Bu fatura ödenecek’ diye dayattı.
Çankaya Emniyet Amirliğindeki tanıdık bir müdür arkadaşı hatırladım. Şimdiki gibi cep telefonları, akıllı telefonlar olmadığı bir tarihte, birçok telefon numaralarını ezberimizde tutardık. Odada tek olduğumdan Emniyetin telefonunu çevirdim. Karşıma nöbetçi bir komiser çıktı. Kendimi tanıttım. Daha sonra Barıkan Oteli’nin RUF’unda alıkonulduğumu ifade ettim. Nöbetçi komiser kısa zamanda buraya geleceklerini söyledi ve öyle oldu. Kısa zamanda oturduğum odanın kapısı açıldı ve içeri RUF müdürü ile biri resmi diğeri sivil iki polis girdi. Durumun ne olduğunu bana sorunca ‘Memur bey, beni bu odada alıkoydular,’ diye ifadede bulundum. Müdür hemen atıldı, ‘Yok efendim biz misafir ediyoruz, Metin Bey ne ikram edelim‘ diye konuyu kıvırmaya kalktı. Ancak komiser, ‘Biz Metin beyi tanıyoruz, o bizimle beraber gelecek’ diyerek, beni RUF’tan aldılar. Emniyetin Jeepine bindirdiler ve evin adresini istediler. Eve kadar getirip bıraktılar.
Bütün bu olayların içinde ödenmemiş bir hesap vardı. Haftanın ilk günü maaşlar alındı. Hesabın tutarı, arkadaşlar arasında, kısa zamanda toplandı. Ben de akşam RUF’un yolunu tuttum. Her hâlükârda bu hesap ödenecekti.
Ülkem bir büyük deprem felaketini daha yaşadı. Deprem ülkesi olarak, onlarca fay hatları bulunan bu coğrafyada, depremden kaçmamızın mümkün olmadığı bir hakikat. Bunu kabul etmemiz gerekir. Depremle yaşayan sadece biz değiliz. Dünyada birçok ülke bununla yaşamakta. Ama neden benim ülkem her depremden bir ders çıkartmamakta ısrar eder? Bir sorumlu ortaya çıkıpta ‘Bu depremde 41.000’den fazla can kaybı oldu, sorumlular araştırılsın ‘ diye istifa etmez? Bu bir tarafa, yörede bina yapımında, depreme dayanıklılık araştırma raporlarının bulunduğu tek katlı binadaki delillerin yok edilme telaşını ekranlardan izledik. Kimdir bu acele ile delilleri yok etmeye çalışanlar? Birisi veya birileri bu hesabı mutlaka ödeyecek, 41 bin candan bahsetmekteyiz. Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Günlerce seyrederken gözyaşı döktük. Biriniz çıkın da, ‘benim ihmalim var’ diye günah çıkartın, ister havrada, ister kilisede, isterse camide. Ama halktan özür dileyin ve hesabı ödeyin diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.