Lausanne
Seneler önce bir arkadaşımla Cenevre’de buluşmuştuk. Dünya İzci teşkilatının merkezi. Cenevre, Lack Leman yahut Le Leman gölünün batı bitiminde bulunan, son derece sade bir İsviçre şehri. Bu şehrin ilginç bazı değerleri vardır. Mesela Havaalanının terminal tarafı İsviçre sınırları içindedir, ama iniş ve kalkış pistlerin bir bölümü Fransa sınırında kalır. Şehrin tam ortasında gölün içine otopark inşa etmişlerdi. Cenevre şehrinin güneyindeki Thonex bölgesinden yaya olarak, Fransa’nın Gaillard semtine geçebilirsiniz.
En ilginç tarafı ise Le Leman gölünün kuzeyi İsviçre’ye, güneyi ise Fransa’ya aittir. İsviçre’nin kendi sınırları içinde sadece Zurich havaalanı vardır. Hatta Basel havaalanının tamamı Fransa toprakları içindedir. Le Leman gölünün çevresinde bir seyahate çıkarsanız İsviçre, İtalya ve Fransa’dan geçerek tekrar Cenevre’ye dönebilirsiniz. İşte biz de tam olarak böyle yapmak istedik arkadaşımla. Le Leman gölünün etrafını, görülmeye değer bir kültür karmaşası içinde olduğunu, keyifle seyretmek için yola çıktık.
Gölün etrafını gezerken amacımız sadece göl değil, gölün etrafında ülkemizin tarihine iz bırakmış yerleri görmek ve orada nefes almak istedik. Bir kaplumbağa araç kiraladık. Önce Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin atıldığı uluslararası sözleşmenin imzalandığı bir küçük kasabaya gittik.
İsviçre’nin Lausanne kenti, diğer İsviçre kentleri gibi 2’inci Dünya Savaşı’ndan yara almayan birkaç şehirden biridir. Kurtuluş savaşımız sonunda ülkeler Lausanne kentinde bir toplantı düzenlemek isterler. Bu toplantıya birçok ülke, savaşa müdahil olmasa da toplantıya gözlemci olarak katılmışlar. Lozan diye bildiğimiz barış sözleşmesi Place du Port Caddesi üzerinde Beau-Rivage Palace otelinin konferans salonlarından birinde gerçekleşmiş.
Otelin park yerine aracımızı park ederek otelden içeri girdik. Otelin müdürü ile görüşmek istediğimizi belirttik.
Beyefendi bir kişi geldi, kravatlı, takım elbiseli, kendini tanıttı ve bizi resepsiyonun karşısındaki kahve salonuna davet etti. Oturduk, kahve söyledik, kendimizi tanıttık. Niyetimizin bu konferansa tanık olan salonu ve hikayesini dinlemek istedik. Otelin kibar müdürü çok mutlu oldu, çünkü kendisi de bu oda hakkında çok araştırma yaptığını söyledi.
Konferans salonu, otelin yanında oluşturulmuş birkaç toplantı salonlarından bir tanesi. Oraya geçtik.
Salonun kapısındaki plakada bu salon hangi konuda anıldığını yazmakta. Salonun ortasında çok büyük masif bir dikdörtgen ceviz masa vardı. Her iki yanda 10 ar adet, şövalye sandalyeleri diye bilinen sırt tarafı dik ve yüksek sandalyeler. Bir kenarda ise kısa sırtlı tek bir sandalye vardı.
Konferansa katılan devletler 3 er temsilci ile masa etrafındaki bu sandalyelerde oturmaları planlanmış. Konferansa geldiğinde İsmet İnönü salonu görmek ister. Yetkililer kendisini salona götürürler. Her ülkenin isim kartı masa üzerinde görür, ama Türkiye’nin kartını göremez. İsmet Paşa yetkiliye Türkiye Cumhuriyetinin sandalyesini sorar. ‘Aynı sandalyeden bulamadık, bu neden bu kısa sandalyeyi kullanacağız.’ İsmet Paşa herkesin aynı boyda ve herkesin masa etrafında toplanabileceği bir şekil sağlanana dek, odasında olacağını belirtir.
Hani verilen saatte randevuya geleni 5 dakika kapının dışında bekletenlere tepkisiz olma gibi harici diplomasi, ömrü boyunca İsmet Paşa’nın lügatinde hiç olmamış.
Konferansa katılan ülkeler Fransa, Italya, Japonya, Yunanistan, Romanya , Sırp, Hırvat ve Sloven krallığı Yani Yugoslavya temsilcileri. Bu konferansa Türkiye Cumhuriyetini temsilen İsmet İnönü katılmış. Günlerce süren görüşmelerde bir çok konu çözüme kavuşmuş.
Temsilciler Şubat 1923 de konferansa ara vererek, hükümetleri ile görüşmek için ülkelerine geri dönerler. İki buçuk ay sonra, mayıs ayında, konferans tekrar aynı yerde başlar. Temmuz ayı içinde varılan mutabakata sıra ile ülkeler imza koyarlar. Bu konferansın yapıldığı oda, bu otelde, o gün gibi korunmakta idi. Tevatür o dur ki konferans sürecinde İsmet Paşa herkesin kabul edebileceği konularda hep itiraz öne sürmüş. Bu nedenle konferans sürecinde taraf ülkeler hep, İsmet İnönü’den çekinmişler.
Telaşla yetkililer koşturmuş, yeterli sayıda ve aynı boyutta sandalyeler temin edildikten sonra konferans salonunun hazır olduğunu İsmet Paşa’ya iletmişler diye anlattı otel sorumlusu kibar beyefendi.
Hele bir de final günü, 24 Temmuz’da, kanımca öğleden evvel bir saatte sözleşmeye taraf olan ülkeler yazının altına imzalarını atıp, duvarın kenarına çekilirler. Sıra Türkiye adına imza koyacak İsmet Paşa’ya gelir. Kalemi eline alan İsmet İnönü, biraz tereddüt yaşar, imza etmekte gecikir. Konferansa katılanlar ‘ Yine neye itiraz edecek İsmet Paşa’ diye kendi aralarında konuşurken , her kesi derin bir sessizlik kaplar.
Gözler İsmet İnönü nün üzerinde yoğunlaşır. İsmet Paşa Masanın etrafındakilerin hepsinin yüzüne şöyle bir bakar, ‘STİLO’ der İsmet Paşa, elindeki kalemin mürekkebinin tükendiğini belirtir. Salonda gülüşmeler olur ve olay tatlıya bağlanır.
Bu belge Türkiye Cumhuriyeti’nin aslında kuruluş belgesi olarak ta kabul edilebilir.
Bu salonda nefes aldığım ve konuyu araştıran yetkili bir insanla konuştuğumdan, kendimi şanslı addederim, nede olsa iki ayyaşın hangi şartlarda anayasa yazdığını anlamanın ötesinde olduğumu düşünmekteyim, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.