ANNEMİN YASASI

YAYINLAMA: 09 Ocak 2024 / 03.00 | GÜNCELLEME: 08 Ocak 2024 / 22.37

Siz rahmetli annem ŞÜKRİYE’yi tanımadınız. Hatırlayın Bekir Coşkun’un bir PAKO’su vardı. Gazetede sütununda bir konuyu anlatırken Bekir Coşkun, hadiseyi PAKO’ya bağlardı. Güncel olayları tarif ederken hep PAKO’dan dem vururdu. İşte Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerindendi annem. Bursa Muallim Mektebi mezunu olarak ilk görevinde Denizli Cumhuriyet İlkokulu’na tayin edilmiş. Orada görev yaparken Saraçlar’dan Kamil, kendisini görüp, dest-i izdivacına talip olmuş. Denizli’de evlenmişler. Validemin nikahında ne annesi ne de babası bulunabilmiş.

Daha sonra Ankara’da NAFIA VEKALETİNDE çalışmaya başlamış Kamil Bey. Ankara’da yeni kurulan KURTULUŞ mahallesinde bir eve yerleşmişler. Evde ana-erkil düzen başlamış. Her ne kadar evde BABA figürü olsa da evde annemin bazı katı kuralları geçerli idi. Her sabah erkenden kalkılırdı. Evimizde bir banyo olduğundan ilk kalkan sırayı kapardı. Banyonun karşısında mutfak vardı. Sabahleyin erkenden çay suyu konur, demlenmeye bırakılırdı. Sofra kurulmasına herkes yardımcı olurdu, hatta küçük kardeşim de sandalyeleri masanın etrafına koyar, herkesten evvel masada yerini alırdı. Sofraya taze ekmek koymak için karşıdaki fırından ekmeği almak benim görevimdi. 

Babam sofraya oturmadan kahvaltı başlamazdı. Annemin kurallarından bir tanesi de baba sofraya oturmadan, hiçbir yemek yenmezdi. Yemeği yapan annem, mutlaka sofrada yemeğin dağıtılmasını yapardı. Her gün okula giderken, akşam eve zamanında, yemek saatinden evvel gelmem tembih edilirdi. Akşam yemeği saat yedide yenirdi. Bu saati kaçıran için yemek sofrası tekrar kurulmazdı. Ya mutfakta birkaç lokma atıştırır ya da aç kalırdı. Sofra kalktıktan sonra tekrar kurulması kaide dışındaydı. Bu nedenle sofraya geç kalmak demek, aç kalmak demekti. Evde daha birçok kurallar manzumesi vardı ve bu kurallar genelde değişmezdi.   

Hele evin eşyaları, yerlerini hiç terk etmezdi. Kanepenin yeri, masanın yeri, hatta büfenin içindeki bazı malzemelerin yeri hemen hemen hiç değişmez, aynı yerde bulunurdu. Seneler sonra bile yine aynı yerde dururlardı. Yatılı okuduğum senelerde tatile eve geldiğimde, çekmeceleri bir bir açar bakardım. Dantelli peçeteler mutlaka yeşil kapaklı komodinin içinde bulunur, gümüş kaşıklar büfenin ilk çekmecesindeki yerini korurdu. Evlendiğimde eşim bazı örtülerin yerini değiştirmeye kalktığında, annemden ciddi sözler dinlemişti. Her evin içinde bulunan sabit yasaları vardır ki bunları değiştirmek doğru olmaz. Ben bunları ‘Annemin Yasası’ olarak adlandırırdım. Annemin yasaları herkes tarafından kabul gören bir kaideler zinciri olarak tanımlanırdı. 

Ülkelerin değerli insanları tarafından hazırlanmış, iyidir veya değildir, zamana uygundur veya değildir, amma bir anayasamız vardır. Bu anayasa çok değerli, tarafsız, konunun uzmanları tarafından hazırlanmıştır. Yani herhangi bir partinin üyesi, bir hukukçu tarafından değil, tamamıyla bağımsız bir hukuk kurulu tarafından hazırlanmış ve halk oyuna sunulmuş bir ANA YASA, bugün hala geçerlidir. Bunu beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, bu bizim ana yasamızdır. Şahsi menfaatlerinize uymayabilir bu anayasa. Ancak şahsi düşüncelerden çok, toplum menfaatlerine uygun olarak hazırlanır her yasa.

Neden iktidar partisi bir yeni ana yasa üzerinde ısrar etmekte, bunu anlamakta güçlük çekmekteyiz. Anayasa’nın 101ci maddesinin ilk fıkrasında belirtilen Cumhurbaşkanının tahsil durumunu değiştirmek için yeni anayasa yapılması gerekmez. Bir de mevcudiyeti çok önemli bir madde vardır Anayasa’da; MADDE 138; Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. 

İktidar partisinin siyasi kanadındaki hukukçuların ortaya koyacağı bir revize anayasayı halka kabul ettirmek, buna halkı zorlamak, anlaşılması güç bir denklem.

Giyim ve kuşam bir gereksinmedir, ama bu gereksinme bir aşireti, bir ideolojiyi, bir tarikatı, bir cemaati temsil ediyorsa, bunun kabul edilmez bir durum olduğuna inanmaktayım. Mustafa Kemal Atatürk’ün GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ için hazırlattığı ‘ANNE YASALARI’ tek tek yıkmayı hedef almak, ülkeyi meçhule doğru bir yere yönlendirmek abestir. Kılık kıyafetin neden mecburi kılındığını bir düşünün, sarıklı, takkeli ve serpuşlu insanların devlet dairelerinde dolaştığını, üniversitelerin bahçelerinde poturlu çocukların top oynamalarını hiç düşündünüz mü? 

Büyükada’da Suudi Arabistanlı bir ailenin meydandaki saatin altında resim çektirmesini hayretle izledim. Adam kısa kollu gömlekli, 6 çocuk etraflarında, Kadın siyah BURKA çarşaf altında, göz hizası siyah tülle kaplı, yani ne el ne ayak ne de gözü görünmeyen siyah çarşaflı bir siluetle Büyükada hatıra resmi. Türkiye’nin çekilmekte olduğu hedef, işte burası demek istiyorum.

Validem, Cumhuriyet döneminin ilk öğretmenlerindendi, dindardı ve beş vakit namazını kılardı. Teni güneşe hassastı, bu nedenle uzun kollu giyinirdi ve baş örtüsünü yalnız güneşli zamanlarda dışarda kullanırdı. Okulda hiç baş örtüsü kullanmazdı. Bu ün yaşasaydı annem, bizim gördüklerimize ve şahit olduklarımıza inanmak istemeyerek evdeki kendi ANNE YASASINA daha sıkı sarılırdı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.

ANNEMİN YASASI
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *